Oldum olası garip, tuhaf, aykırı, çoğunluk tarafından sevilmeyen, kabul görmeyen insanları sevmek gibi bir huyum var.
Lars Von Trier sıradan sinemaseverin onaylayacağı, gönül rahatlığıyla filmlerini izleyebileceği bir yönetmen değil. Çoğu filmi yürek sızısı, acıma, iğrenme, gözlerine inanamama gibi ruh halleriyle izlenebiliyor; sinefili içinse bir armağan bu dahi adam.
Hafta içi kendine sosyal medya aracılığıyla bir kız arkadaş, bir ilham perisi aradığını duyurdu. Her yerde haber oldu, okumuşsunuzdur. Amma çaresiz kalmış, adama bak, koskoca yönetmen, elini sallasa ellisi diyenler olmuştur; haklılar da bir bakıma. Fakat onun asosyal biri olduğuna eminim, ne yapsaydı yani? Bütün dünya sosyal medyadan eş ararken bu nimetten yararlanmasa mıydı? Bir yandan da bunun bir proje olabileceğini düşünüyorum.
Muhtemeldir ki, yeni hikayesi için çalışıyor, ha bu arada cillop gibi bir sevgili de bulabilir. Sinema için yanıp tutuşan, ünlü olayım diye yırtınan, bir büyük yönetmenle, yapımcıyla tanışayım da oradan yürürüm diyen de çoktur diye düşünüyorum. Los Angeles’a gideyim, bir kafede çalışayım, oraya bir yönetmen gelsin, benim güzelliğimden etkilensin, hemencik bir filmde rol versin olayı 70’lerde falan bitmişti zaten.
Larscığımız, Lars usta, Lars amca, artık ne demek isterseniz o; en cesur yönetmenlerden biri, hatta benim en birincim. Dogville izlediğim zaman aldığım keyfi asla unutamam, tek tek yazmayayım tüm filmleri için aynı şeyi söyleyebilirim. Açılış sahnesinde anne ve babası duşta aşna fişna yaparken, küçük bir çocuğun, şahane bir müzik eşliğinde açık pencereden aşağı uçması mesela, akılları durduran bir etkiye sahipti. Demek istediğim şu, hemen mesaj atmaya başlamayın, çocuk pencereden düştü öldü, buna mı iyi film diyorsun, vicdansız kadın falan diye. Ben yarattığı etki ve cesaretinden bahsediyorum. Abidik gubidik teknolji hileleriyle falan etkilemiyor insanı, duyguyla yerin dibine sokuyor; onu diyorum.
Beş yıl önce The Guardian’a verdiği röportajı okumuştum, ellerinin titrediğini söylüyordu gazeteci, parmaklarının eklem kısımlarına “fuck” yazdırmıştı mesela. Cannes’da kiraladığı bir evde söyleşi yapmıştı Guardian için, ellerindeki titremenin antidepresan yüzünden olduğunu söylüyordu. Dancer In The Dark ile zamanında Altın Palmiye kazanan, Antichrist ile büyük tepki alan Trier; bir basın toplantısında Hitler’e sempati duyduğunu falan söylemiş yanlış hatırlamıyorsam. Şakaları bile itici, anlayın artık. Ha neden bunları döşendim, bizden de çıkar gider bir hanım evladımız; amanın işte bu şahane fırsat giderim hayatımı yaşarım, bakarsın bir filmde de oynarım diye düşünebilir. Abiyi iyi tanıyın, hazırlıklı olun babında, bir ablanız olarak sizi aydınlatayım isterim. Yoksa bana ne.
Kontrollü bir alkolik olduğunu kız arkadaş aradığını söylediği videoda tekrarlamış zaten, sınırları zorlayan yönetmen. Film çekimleri sırasında da içkili olduğunu, bunun onu yönlendirdiğini, hatta bir tedavi şekli olduğunu falan söylüyor. Aklımdakileri çıkartmak için bir araç diyor içki için. 67 yaşındaki Lars Von Trier 80 falan gösteriyor, muhakkak içkinin de etkisi var bu denli çökmesinde. Şahsen üzülsem de, ortaya çıkan kafa bulandırıcı, tiksindirici sahnelerden zevk aldığımı biliyorum.
Aklımda olan şuydu, birkaç isim verecektim, Lars abiyle takılabilir, müthiş bir çift olurlar diye ama vaz geçtim. Yazdıklarıma bakınca adamı övüyor muyum gömüyor muyum belli değil; eh kimseyi de yakamam yönlendirerek. Kendileri okusun yazımı, hatta isteyene daha detaylı bilgi veririm. Ev adresi de mevcut bende, belki de bir mutlu yuva kurulmasına vesile olurum. Nicole Kidman’ın önünde çırılçıplak soyunmuş bir defasında, kendine güveni olmasa öyle bir taş kadının önünde soyunur mu? Oyuncuyu motive etmek için bizden bir yönetmen yapsa bunu, maazallah aklını alırlar. orada işler farklı yürüyor, Nicole Kidman bugün teklif alsa gider yine oynar filmlerinde. Hepsinin bir bildiği var şekerim. Bakalım işin sonu nereye varacak?